25.11.2009

B.O.

belki benim kağıt param
bir şekilde döne dolaşa
senin cebine girmiştir.

bu kadar uzakta ama bir o kadar da yakında. ihtimaller ışığında düşünür durur oldum. belki bir şekilde, bir yerde görürüm, yanına gitmem, uzaktan bakarım, yanına gitmek nasılsın demek isterim ama diyemeyeceğimi,cümleyi kurarken saçmalayacağımı bilirim. bu ihtimallerin yanına başka insanların ihtimallerini de koyuyorum ve bakıyorum ki gerçekler yok sadece ihtimaller var.bir de ihtimalleri gerçekleştiremeyen ben var.

9.11.2009

___

inanmak istemedim.ilk önce durdum,düşünmeden,hissetmeden,durdum sadece.Aslında durmak benim kontrolümde değildi,hareket edemedim,bağıra bağıra küfür edip saldırmak istemedim ama yapamadım,durdum.Sonra lila renkli kitap zamanlarını,paylaşılanları,o zamanın insanlarını düşündüm.Üzüldüm.Gözümün önüne gelen sahneler hoşuma gitmedi,çünkü sahnedekiler artık benim tanıdığım insanlar değillerdi, onların kendilerine ait yeni bir sahneleri var artık.Belki de bu sahneyi egenin güzel bir köşesine kurdular,içine kendilerine ait bir hikaye,hikayenin içine de...

6.11.2009

5sn.

Metrodayım, saat sabah 8:39, işe gidiyorum.Bu sabah oturacak yer bulamadım metroda, kapının yanında durdum. İlk defa metroda ilk perona bindim, metrodan inince merdivenlere çok fazla yürümeyeceğimi bilmek güzel geldi.Evet bu doğru buna sevindim.Neyse, metronun gidiş yönüne ters durduğum için biraz midem bulandı,sonra çaprazımda oturan çocuğun okuduğu kitaba takıldı gözüm..evet kitap tanıdık, rengi gözü okuşayan, güzel bir lila.Çağrışımlar, anılar, kişilerin nesnelerle bağı orda göz önüne serildi. Kitap okuyan çocuk, okuduğu kitap, benim kitabı okuduğum zaman, bana o kitabı okutan, kitap üzerine konuşulanlar, ilişki, ilişkinin üzücü vakitleri...bu sıralamanın insan beyninde yakşalık 5 saniye sürmesi gerçekten akıllara zarar bir durum.tüm o anıları 5 saniyede özetlensin diye mi yaşadım! aslında 5 saniye değil de keşke 1 saniye bile hatırlanmasın istiyorum bazen. Neyse, nefes aldığım sürece, insanları kitap okumaktan uzak tutamayacağıma göre, anılarımı da kendimden uzak tutamayacağım..GÜNAYDIN

12.10.2009

kısa günün karı..

bazen diğeriyiz, bazen diğerine özenen,o olmanın hayalini kuranız..Bazen seviliyoruz, bazen sevildiğimizi düşünüyoruz ya da sevilmediğimizden emin oluyoruz. Hiçbir zaman "şu beni mutlu eder" diyemiyoruz, çünkü mutsuzluğun içinde bile mutluluğu arıyoruz. Arıyorum.Mutsuzluğu, mutluluğumuz yapıyoruz. Yapıyorum. Buna bağlı olarak, mutluluğu mutsuzluluk yapmak da çok zor değil..Duygular, elimizde evirip çevirdiğimiz oyun hamurundan ibaret. İster siyah hamurdan gökkuşağı yaparsın, ister beyaz hamurdan X yaparsın(aklıma bir şey gelmedi, belki de mutsuzluğu çağrıştıracak bir nesne bulamadığımdan,bu da bir adım,kim bilir...)

24.09.2009

başlık yOk

Yeni sayfalarım açıldıkça, başka sayfalarım kapanıyor..Kapatmak istemeden, her zaman ki gibi unutmak istemeden..Gidiyorum,sadece yürüyorum, ne sağıma ne soluma ne arkama ne de önüme..sadece ayaklarıma bakıyorum, her adımımı izliyorum.nereye gittiklerini bilmiyorum,gidiyorlar işte.İnsanlar devamlı konuşuyorlar,hislerini anlatıyorlar,paylaşıyorlar,ağlatıyorlar bazen de güldürüyorlar..Masam bir sürü dinyalardan oluşuyor. Bir tarafta anlaşmalar, diğer tarafta unutulmasın diye alınmış notlar (unutmayı tercih ettiğim),kulağımda muhteşem bir müzik,kanunlar,borçlar kitabı,mavi-kırmızı-siyah dışında hiçbir rengin olmadığı resmi kalemler..bir de ben varım,hepsini içimde eritmeye çalışıp, aynı kaba koymaya çalışan ben! daha çok küçüğüm,bir çok şeyi aynı yerde eritmeye çalışacağım çok şey olacak,kortuğum birgün onları eritmekten sıkılıp,onların yerine kendimi eritmek.

28.05.2009

kafi. (şapkalı a)

bence kafi (şapkalı a) ya...gerçekten kafi..uzatmanın ne anlamı var ne de gereği..üç kuruşluk,içini gerekli ya da gereksiz -gerekliliğinin de ne derece gerekli olduğu tartışılır- belli belirsiz nerden çıktığımızı bilmediğimiz nereye gireceğimizi de bilmediğimiz bir oyun küpünün içindeyiz..en azından ben içindeyim..her bir adımda, 3x3 lük oyunküpünde bir kırmızının yanına diğerini getirmeye çalışırken, bir bakmışım ki küpün başka tarafında zarzor yanyana getirmeye çalıştığım yeşiller kaybolmuş,bütün karelere farklı renkler yerleşmiş..işte bu noktada denge bozuluyor..halk arasında sabır küpü de dediğimiz bu oyun küpü, bir de ne göreyim etrafımı sarmış..bir yerde yeşiller bir yerde kırmızı, beyaz, sarı, mavi derken..hayat sadece bu renklerden olşur hale geliyor.hani mor, hani kahverengi,pembe,turkuaz...kafi bence ya..artık uğraşmamalı, ağızlar konuşmak istemiyorsa konuşmamalı, gözler görmek istemiyorsa görmemeli, kulaklar duymak istemiyorsa duymamalı..hatta eller istese de dokunmamalı..üstüne gitmemeli artık..hataların hata olarak o küpün içinde kaldığını kabul etmeli, düşünmemeli..bir memeli olarak düşünmek elimde değil ama düşünmeden yapamıyorum..
miras sınavına hazırlanma arifesinde çıkan bir kaç pervasız, kendini bilmez söz,birleştiler ve bana bu cümleleri yazdırarak isyan bayrağını çektiler..sözcükler bile kendi halinde..

25.02.2009

bir 19:30 hikayesi

19:30'a zor yetiştim. Koştum. Deniz otobüsüne binip, kenar koltuk bulup oturdum. 5dk nefes almakta zorlandım, Taksim'den metroya koştuğumdan sanırım. Biraz da mide bulantısı, pantolonun düğmesi fena zorluyordu, nedeni göbek olsa gerek. Sabah da giyerken zorlandım ama bunu pantolonun yeni ütülenmiş olmasına bağlamıştım ama ı ıh..sorun ütü değil..
Neyse tüm sıkıntılara, fizyolojik problemlere rağmen 19:30 seferine yetişmenin huzuru var içimde. Evet, artık böyle şeyler mutlu ve huzurlu kılıyor beni. Buna yetişemeseydim, bir sürü sıkıntı,yorgunluk,trafik...Öyle hafife almamalı ama 19:30'a ucundan yetişmeyi..Hayatımın fazladan bir 2saatini trafikte geçirmemiş olmanın motivasyonu var şuan üstümde..Evde yemek saatine yetişmenin mutluluğu..aileyle ufak, eğlenceli sohbet...Gördünüz mü daha neler neler..
Trafik falan deyince, diyorum gitmeli bu güzelim İstanbul'dan..Sırf 19:30'a yetiştiğim için mutlu olmamalıyım ben tüm 24saat içinde. Başka şeyler de olmalı. Tam bu noktada bencilleşiyorum, kimseyi düşünmüyorum.Suçluyum. Bu normal mi, bunları hissedip, harflere dökmem normal mi? Bilmiyorum.

Deniz otobüsünde, iki önümdeki adamın gazetesinden Deniz Seki haberini okumaya çalışmam, yanımdaki adamın şuan yazdıklarımı okumaya çalışması ile aynı mı?
Ya da bunları yazacak kadar boş olmama ne demeli?

Hayatım boyunca daha kaç defa bu 19:30' lara yetişmeye çalışacağım, kaç tanesini kaçırıp, kaç tanesini yakalayacağım, ya da yakalayıp da binmeyeceğim..muamma.

16.02.2009

pazar kaygıları

radikal kararlar, bu kararlar sonucu ulaşılan dengeler, dengesizlikler...bu sabah kalktım, gayet iyiydim..derneğe gidecektim,birkaç radikal kararın alınmasına yardım edip, dengeyi kuramaya ya da dengesizliğin baş göstermesine yardımda bulunacaktım ki yaptım. Birkaç karar alındı, toplantı uzun sürdü, birçok sigara içildi, haliyle üstüme sigara kokusu baya sindi. Sigara ile aram hiç iyi olmadı, anlaşamadık ama bazen içenlere özenmiyor değilim, bazen izliyorum onları, öyle bir çekiyorlar ki o nefesi içlerine, kendime "firuze salak mısın böyle bir şeyi neden içemiyorsun" diyorum..biliyorum mantıksız ama hep de iyi şeyler yapamak istemez insan, firuze. Son zamanlarda içmeye çalıştıma ama ıhıhh olmadı, yapamadım, içemedim..neyse hasköy deki toplantı uzun sürdü, dernekten çıktığımda hasköy ün sokakları sessizdi, karanlıktı. Hiç bu kadar geç saate kadar kalmamıştım orda, kabul ediyorum biraz ürktüm, biraz da tedirgin yürüdüm ama etrafa belli edecek kadar değil. Ne de olsa oradaki insanlar için ordayım, insanlarından korktuğum bir yerde yardım peşinde koşmak, garip..Ana caddeye çıktım, minibüs bekledim, rüzgar ve yağmur daha fazla minibüs beklememi engellemeyi başardılar ve beni taksiye bindirdiler..
Taksiciye, Bakırköy'e gitmek istediğimi söyledim, taksiciyle muhabbet edeceğimi biliyordum..seviyorum ne yapayım,evet onlarla konuşmayı, basit şeylerden, hayattan, özellikle trafik sorunlarından konuşmayı seviyorum. Politikadan konuşmamaya çalışıyorum, çünkü kendimi bu konuda dizginleyemeyip, ipin ucunu kaçırabiliyorum..Takside birkaç telefon konuşması yapıyorum, taksicinin beni dinlediğinden emin olarak, söylediklerim hakkında ne düşündüğünü düşünerek telefonun ucundakilerle konuşmaya çalışıyorum. Belki de benim o an telefondakine dile getirdiğim sorunlarımla kendi sorunlarını karşılaştırıyordur, kendi sorunlarının benimkilerinin yanında ne kadar küçük olduğunu düşünüyordur ya da beni o an taksiden indirmek istiyordur, kim bilir..sadece taksici..iyi geceler.

22.01.2009

eskiye ufak bir dönüş

Uyanıyorum, uyuyorum. Bu iki eylem arası zorunlu olarak yiyorum, içiyorum, banyo yapıyorum, tuvalete gidiyorum, bir de bir hiçe ulaşmak için yapıp durduğum sorumluluklar, meli malılar… Hayata dair hiçbir şeyi anlamlandırmaya çalışmıyorum, ama etrafımdakilerin benden farklı yaşamaları, bir şey uğruna yaşıyor olmaları, hep bir hedeflerinin olması, gerçekten sevdiklerini ve sevildiklerini hissetmeleri, evet bunlar beni yoruyor ama böyle düşünemeyip nereye kadar nasıl yaşayacağımı bilememek beni korkutuyor. İnsanların içinde eriyip gitmekten, insanlardan korkuyorum. Dünyanın bu hızına ayak uyduramayıp, kenarda kalmaktan ya da ayak uydurmaya çalışıp da beceremeyip hiçliğin içinde kaybolmaktan korkuyorum… Ben neden diğer insanlar gibi bir şeylerin değeri olduğunu düşünemiyorum diye binlerce soru soruyorum kendime, sanki beynimin içinde binlerce insan büyük bir soru sorma makinesi çalıştırıyorlar. Ve ben onlara karşı hep mağlup oluyorum. O asla yanıtlanamayacak soruları cevaplamaya çalışmaktan kendimin ne düşündüğünü, ne hissettiğini bile anlayamayacak hatta fark edemeyecek hale geliyorum. Çoğu zaman hareket etme yetimi bile kısıtlıyorum..

Evet güçsüzüm ve sendeki güç beni korkuttu..evet gelgitleri olan birisini..evet kendim adına bir şeyleri yapmaya çalıştım, iyi hissedebileceğime inandım, iyi hissettim de ama iyi olmanın yanında huzursuzum. Senin sevgin korkuttu. Onun senin sevgin olmasından çok “sevgi görmek” korkuttu. Değer verdiğini görünce, seninle zaman geçirmenin farklı olduğunu hissedince, sana sevgi göstermemin de kolay olacağını düşündüm... Biliyorum saçma ama kurutulacağımı sandım. Gerçekten sevginin var olduğuna inancım olmadığını bilerek nasıl sevgi gösteririm bilmiyordum ki hala bilmiyorum. Yanındayken mutluyum da rahatsızım da. Ama o mutluluk seni mutlu edecek bir mutluluk değil. Sadece kendi içimde oluşan kocaman hiçliği inkâr etmeye çalıştığım ufak bir mutluluk. Mutluluk, eğlence, üzüntü, sevinç, utanma, kızma, kıskanma… Sadece hayatın bir parçası olduğu için, yaşanması gerektiği için yaşanıyormuş gibi geliyor, yaşıyorum gibi geliyor. İsteyerek, arzulayarak, tutkuyla yaşamıyorum. Tutkunun ve arzunun eşsiz oluşumu sevişmek bile uzak.

Tutkusuzluk kaybetmenin korkusunu da yanında sürüklüyor…

Kafamı o kadar çok bunlarla meşgul ediyorum ki sanki tek tutkum bu dipsiz, anlamsız düşünceler furyası… kendimi sağlıklı hissetmiyorum.

Her şeye duyduğum bu “hiçlik” beni yoruyor, ne yapacağımı da bilmiyorum.

Gün gelecek bir şeyleri hissettiğim, istediğim için yapacak mıyım merak ediyorum.

21.01.2009



Gümüşlük'le Karışık Sevgi


Bodrum otogarının arkada ücra köşesinde,kenara sıkışmış durur iki adet Gümüşlük minibüsleri..Bu minibüsler biraz nazlıdır, öyle bildiğiniz minibüslerden değildir, sık kalkmazlar, şanslıysanız 10dakika, değilseniz yarım saat beklersiniz.

Gümüşlük’ ün yolu da minibüsleri gibidir, biraz zahmetli, biraz da uzuncana… Eğer akşam gidiyorsanız oraya, Gümüşlük’ e yaklaşırken yukardan ışıklarını görürsünüz o küçük cennetin, o anda yolun tüm yorgunluğu siliniverir üstünüzden. Evettt, artık yavaş yavaş aşağı iniyoruz, biraz daha yol aldıktan sonra işte geldik. Deniz kenarına inen küçük yokuştan sağa sola bakınarak iniyoruz, ama esas bizi etkileyen ilerdeki o güzel denizden ve denizin kucağına aldığı o Tavşan Adasından gözümüzü alamayız. Heyecan tüm iliklerimize dolar, yokuşun eğiminin de verdiği hareketlilik ile adımlarımız biraz daha hızlanır vee sahile geldik, sağda sıra sıra dizilmiş restoranlar, solda da Gümüşlük’ ün kumdan sahili.

Günün her saatinde Gümüşlük’ de olmak zevk verebilir ama o güneşin batmak üzere olduğu saatlerde tek olmak istediğiniz yer Gümüşlük’ ün sahili olur sanırım… Rüzgâr her yerinizi okşar, güneşin kısık ışığı çaktırmadan gözünüze girer ama rahatsız etmez bu sizi, hoşunuza bile gidebilir. Eğer biraz melankolik durumdaysanız o an, o sahil bu durumunuzu bi derece arttırabilir, çünkü insan -en azından ben- orda öyle bir ruh haline bürünmek istiyor. Ama Gümüşlük’ teki geçmişimin de bu durumumdaki payını yabana atamam. Hislerini kâğıda dökmeye yeteneksizlerin bile orda olup, bir şeyler yazabileceklerinden adım gibi eminim.

Bir de işin içinde Gümüşlük’ de yalnız olmak var. Bilmem yalnızlığı sever misiniz ama ben nedendir bilmem, çok bi sever oldum yalnızlığı. Gümüşlük sahiline indiğinizde ayakkabılarınızı elinize alın, yerler ilk başta biraz taşlı sonrada ayaklarınız kumla karşılaşıyor. Yalın ayak olmak rahatsız edebilir ama bence etmemeli, emin olun size orda olduğunuzu daha çok hissettirecek, aranızda bir engel kalmayacak ve o güzelliğin bir parçası olacaksınız. E biraz da kirleneceksiniz,ama olsun kirlenmek güzeldir.. :Güneşin batışını Tavşan Adası ile birlikte izlemek için bir şezlong seçip uzanın boylu boyunca, bu sırada dalganın nazik bir şekilde gelip çıkardığı ses de size eşlik edecek. O an kimseyle iletişim kurmayın, kimseyle paylaşmayın o güzelliği, bırakın sadece sizin olsun her şey, bencillik yapın.

Bir şeyi itiraf etmeliyim ki o sahilde otururken, insan kendini karışık gönül işlerini düşünmekten, onları aklında didik yaparak, bir daha düşünemeyecek hale getirmekten alamıyor..Tamam tamam ben de yaptım, ama bunu yaparken, garip bi şekilde zevk aldım bu durumdan. Neyse anlayacağınız üzere orada da sevgi, sevginin içinize akıttığı acı zehri ve mutluluk zehri karşınıza çıkıyor. Sevgi dedim, çünkü tüm yaşananların sevgi adı altında olduğuna inananlardanım, aşk kelimesini fazla ağzıma almam, çünkü yaşanabilir bir olgu olarak yaklaşamıyorum ona. Gümüşlük’ ten nerelere geldim..Ama hissedilen şeyler de Gümüşlük’ ün bir parçası, ne de olsa bunları düşündürten, bu hislerin mimarı O.

Bazen ne kadar kaçmak istesek de, insanların “ ilişki “ dediği ama benim öyle adlandırmak istemediğim şeyden her yerde her şekilde karşımıza çıkıyor, tabi bunu biraz da isteyerek yapıyoruz. Şöyle söyleyebiliriz, hani şu dürümcülerde ağzımızı yakan sivri küçük biberler var ya, onların ağzımızı yakacağını, en azından yedikten 5 dakika sonra hala ağzımızın yanacağını bildiğimiz halde biberleri yemek gibi bir şey.. Hayatımızın beklemediğimiz anlarında biri gelir, dâhil olur yaşamınıza, günlük hayatınızı etkilesin istemezsiniz, ama elinizde değildir bu, kontrol edemezsiniz, dur diyemezsin, demezsiniz, çünkü demek istemezsiniz. Küçük bir çocuk gibi kandırır sizi duygularınız, söylenenlerin bir önemi yoktur artık, her şeyi hareketler, hisler ele alır. Sanki düşmanın gelip sizin kalenizi fethetmesine izin verirsiniz,onu kalenizde ağırlar,mutlu edersiniz ama o sonra kaleyi yıkıp onun yerine başka bir şey inşa etmek istediğini söyler. Böyledir işte, sonra artık hareketler,hisler gider, yerini sadece sözcüklere bırakır. İşte o Gümüşlük’ de sahildeki şezlongda bunları düşünürken buldum kendimi. Bilmem bunlarla karşı karşıya gelecek kadar cesaretli misiniz ama atlamalısınız bu kuyuya, sevgi denen ilahi duyguyu her şeyiyle sevmelisiniz, eğer hiç yapmadıysanız bunu yapmaya Gümüşlük’ ten başlayabilirsiniz.