28.10.2010

Kaybediyoruz.Kaybediyorum

"social network"...sosyal ağ...her nasılsa bütün ilişkiler buradan yürüyor.birbirini cimdiklemeler, öpmeler, sarılmalar, tamamıyla ilişkiler.Evet belli değil mi, "the socail network" filminden biraz önce çıktığım, bu doğru. Sanki ilişkilerimiz çok içtenmiş, sımsıkıymış gibi bir de bu! ilişkileri mekanikleştirmek. Ben de uzun direnişlerim sonucunda üye oldum, evet bunu yaptım! İşyerinden, orada geçirdiğim zamandan uzaklaşmamı sağlıyor, bakalım kimlerle arkadaşız, kimler arkadaşlık teklifi yollamış, kimler mesaja cevap yazmış, acaba şuan "x" kişisi ne yapıyor.Tamamen günlük yaşamdan kopmadan, günlük yaşama ara vermek gibi.
Bu yazıyı yazarken bir taraftan da facebook sayfasının açılmasını beklemem de ayrı bir ironi.
İsan ilişkilerime fazla önem veren biri olduğumu düşünürdüm, bu neden benle artık konuşmuyor, ben buna ne yaptım ki, neden selam vermedi, neden mesajıma cevap vermedi vs. meğersem bu paranoyak soruları (aslında bazıları paranoyaya gerek olmayacak kadar gerçek) bir tarafa bırakmanın en güzel yolu, öküzler gibi, bilgisayarının ekranına bakmaktan şakaklarından kaşlarının üstüne doğru yayılıp tam iki kaşının ortasında sanki volkan patlıyormuşcasına ağrılar içinde çalışmakmış. Bu çalışma sonrasında "aa ben insanlarla hiç görüşemiyorum" dediğiniz yerde "facebook" bitiyor. Facebook'a giriyorsunuz, üniversite arkadaşlarını, iş arkadaşlarını ekliyorsun..Sonra okuldan görmediğin arkadaşlarının sen onların hayatında değilken "değişen hayatlarını" görüyorsun. Baya şey kaçırmışsın, biri "bu kız bu çocuktan hiç ayrılmaz, bunlar evlenir" dediğin kız o çocuktan ayrılmış üstüne senin ilkokuldan tanıdığın çocukla olmuş (alakasız)..biri beklendiği gibi uzun süredir birlikte olduğu çocukla evlenmiş..biri 1ay önce hindistan'a gitmiş ve hala orda..birtakımları da dünyanın çeşitli ülkelerinde yüksek lisansta..
Bunlara bakarken de baya zamandan yiyorsun..Hele bir de "acaba bunun arkadaşları kimmiş yahu" diyip, üşenmeden "next" tuşuna basarak, o kişinin 5858363 arkadaşının kimler olduğuna bakıyorsun.bakıyrosun ki kuzeninin sevgilisi, senin arkadaşının teyzesinin oğluymuş..işte network..işte oyalanma..işte çatlağın başladığı..arkdaşlığın kurulduğu değil, silindiği zamane mihrabı.Kolay gelsin.

21.09.2010

boş

güzel bir teras, kalpler biraz buruk, bir gitar, şarkıyı mırıldanan birkaç kişi, dinleyenler,şarkının kendilerine hatırlattıklarını düşünenler,ben,sen,o ve diğerleri.Hep anılarımıza dayanarak,onlardan ilham alarak bir şeyler yazabiliyor oluşum ne kadar acınası geliyor bazen.Gelecekten,mutluluktan yararlanamayışım ne kadar kötü.Eskilerin üzerine devamlı, o anlardan daha iyilerini koymaya çalışmak,koymaya çalışırken hep daha kötüsünü koymak, ya da koymaya çabalamak..

Evde olmak iyi geldi,işe gitmemek,ıhalmur içmek,iki-üç film ardarda izlemek ve hiçbir şey düşünmemek.Aslında bu yazıyor olmama bakılırsa, birkaç şey düşünmüşüm. Şuan hissettiğim boşluk tarif edilmez.Rüyada da olur ya hani,birden düşersin,ürperirsin,gözlerini o an açarsın,yanındaki hafiften irkilmiştir ama sen tekrar uykuya dalarsın.İşte o boşluk gibi,birden hissedilen ama aniden giden.Metropol boşluğu.Bu boşluğu daimi kılmak için ilk adımlarımı atıyorum bodrum.Kalplerin kırıldığı,akabinde sevişildiği ama aslında hiçbir şeyin düzelmediği sokaklar

17.08.2010

How much do you love me? (2005)

Çabuk gidin küçük hanım, çabuk...
Aynı yaranın üzerinden yara bandını hızlıca çekmek gibi.. (gerard d.)
Yazılacak şey kalmadı.
Hissedemiyorum.
Yazamıyorum.
Kelimesizlik kötü şeymiş.

30.06.2010

-

hala yağmurlu hava..tatile çıkamayacağımın farkında sanırım.Yazlıklarımı çıkardım haftasonu, sanki giyebilecekmişim gibi, mini etekler, tiril tiril efil efil etekler,geçen seneden üzerinde deniz tuzu kalmış, rengi solmuş mayolar vs. Giyebildiklerim artık çok sınırlı, belli renkler, belli kesimler ve tek tip ayakkabılar.
Tabii ki de unutulmuş kıyafetleri görmenin büyük mutluluğunu yaşadım, sanki üzerinde etiketi duran yeni bir kıyafet almış olmanın zevkiyle eş değer bir şey bu. Geçen seneden unutulan yazlıklar. İstersek o en çok sevdiğimiz kıyafetimiz olsun, en beğenerek aldığımız olsun, farketmez..Unutuyoruz işte.Araya giren 6ayda, mevsimdeki değişiklik bize yaza ait birçok şeyi unutturuyor.Ama bu sene birkaç şeyi unutmadım, unutamadım...güneşten ısınmış rahatsız tahta şezlonglarda yüzümde havlunun iplik izleri çıkana kadar, ağzımda salyayla akşamüstüne kadar uyuyakalmak. Hergün kendimi en az bir kere oraya götürüyorum.Özlüyorum..orayı,orayı unutturmayan şeyleri,orada hiç temelli kalmamama karşın temelli kalmayı özledim.

17.05.2010

Her kimse.

Eve her akşam gelişimde "ben geldim!" dedikten sonra, Onun sesini duymak ve duyduğumda, Onun evde olduğuu bilmek hoşuma gidiyor.. Hemen çantamı kapının yanına fırlatıp, ayakkabılarımın bağlarını çözmeden arkalarına basmak suretiyle aceleyle çıkartıp, rahat koltuğumuza kuruluyorum. Evet işte o an! Sanki bütün gün eşek gibi çalışan ben değilim, sanki ilk defa o koltuğa oturuyormuşum gibi heyecanlı bir şekilde O'nun yanına kuruluyorum. Kafamı göğsüne yaslamıyorum, çünkü suratını görmek istiyorum..Ayaklarımı kucağına uzatıyorum, bugünden konuşmaya başlıyoruz. Akşamları O benden biraz daha önce evde oluyor, bunu kıskanmıyorum, çünkü ben eve girdiğimde, kapının kilitli olmamasını, apartmana girerken salonun ışığının açık olduğunu görmeyi ve her zamanki gibi mutfağa girip mutfağın ışığını açık unutmasını seviyorum..Bu rutinleri Onunla yaşamayı seviyorum..Neyse koltuğa geçtim bugünü anlatmaya, onun bugününü dinlemeye, haberleri izlemeye devam ettik..Karnımızda gurultuların gelmesiyle, ben mutfağa yöneldim..Bir kaç bir şey hazırladım ve televizyonun karşısında film izleyip yemeği yedik..Bu güzel bir rutin, bu hissedip yaşamak istediğim, yaşatmak istediğim bir rutin..Eminim O'nun da yaşamak ve yaşatmak istediği bir rutindir.O her kimse..

11.05.2010

soluk.

Gidiyorum dedim. Kış aylarında orada olacağım için, şimdilik kazaklarımı ve bir kaç tişörtümü alsam yeter diye düşündüm.Biletimi cumartesiye ayırttım, zaten uçaklar dolu değil, kışın bu zamanında kim gider oraya.Bileti ayırttım ama satın alamadım, bir açık kapı bıraktım yine de.Gönlüm gitmekten yana ama burada da kalsam ne olur diye kendime sormadan edemiyorum. Neyse artık sorgulamak istemiyorum.
Bavulumu hazırladım, işten ayrıldım, hoşçakal demek istediklerime hoşçakal dedim, annemlerle uzunca bir sohbet yaptım, evet her şey hazır. Benim dışımda. Her şeyin güzel olacağını söylüyorum durmadan kendime, oraya gidince kendime hemen bi yavru kedi edineceğimi söylüyorum. Bunun akabinde, kediye nasıl bakacağımı, mamasını nasıl alacağımı düşündüm ve yolum paraya çıkıyor. Para sorunundan çok, rahatlamayı, okuyacağım, okurken sıkılacağım kitapları düşünüyorum.Dinleyeceğim şarkıları, etrafa bakıp neler düşüneceğimi,düşünürken kim bilir ne saçma sapan şeylerin aklıma geleceğini düşünüyorum..Sanırım fazla düşünüyorum.
İyi mi kötü mü olduğuna karar veremediğim bir nokta da, insansızlık olacak. Bolca zaman ve insansızlık. İnsanları bırakmak çok zor olmasa gerek, bir kaçı dışında. Çok fazla gelen gidenimin de olmayacağı çok açık, biraz uzakta olacağımdan mütevellit. Tüm bunları düşünürken artık hava alanındaydım. Oraya gidince, keşkelerimi ve burayı bir süre daha düşüneceğime neredeyse eminim. Bu arada düşünmeden edemediğim bir şey de, "acaba kedinin adı ne olsa?".

9.05.2010

İst.

Istanbul ayaklarım altında sanki bu gece..her şeye sahip olabilirim, her şey benim olabilir..Istanbul insana her şeyi yapabilir, yaptırabilir; yükselttiği gibi indirebilir, mutluluktan uçurduğu gibi üzüntünün dibine sokabilir..
Terastayım, gerçekten ayaklarımın altında İstanbul.Sağımda Eminönü, karşımda Üsküdar, boğaz..İnsanın nasıl da gözünü boyuyor ama! Az değil bu İstanbul.Bir taraftan muhteşemliği ile gözleri boyarken, bir taraftan da nasıl içine alıyor, siz kendinizi bırakırsanız. Bu öyle böyle bir içine alma değil ama resmen bir labirente sokuyor sizi, çık çıkabilirsen..
Labirentten çıkmaya çalışıyorum. Bayadır uğraşıyorum. Ama benden çok ümitli İstanbul,bırakmıyor..Çalışanını elden kaçırmak istemeyen, azimli bir patron gibi..tuttukça tutuyor beni,sabrımı ölçüyor,ne yaptığımı izliyor, kararlarımı tartıyor ama erken yeniliyorum sanırım..tesadüfleri, sınavları, karşıma çıkardıkları kolay değil.Yine de seviyorum onu, ne kadar onu terk etmeye çalışsam da, bir taraftan da ilişkiyi kurtarmaya çalışan sevgili gibi,çırpınıyor..
Çırpınmasa bu kadar keşke,yapmasa bunları..Bıraksa beni,kanatlarımı geri verse bana,hayatımdaki insanları al be İstanbul,karşıma çıkarma bunları, uzaklaştır beni onlardan, yoksa ben uzaklaşacağım..İlişkimiz başka türlü yürümez..

23.03.2010

düğme.

"bırak beni" dedim.
Bu sırada tabii ki ağlıyorum içten içe,ona ağladığımı hissettirmek istemedim.Ama ben yapamıyorum sanırım bu hissettirmemeye çalışma işini, ne kadar çabalarsam o kadar yüklü geliyor..Etraftaki objelerin renkleri havanın içine doğru kayıyor,renk yolu oluşturmaya başlıyordu,evet gözyaşları geliyordu. Artık çok geçti onları durdurmak için, daha fazla güçlü durmaya çalışamayacağım. Böyle zamanlarda en iyi yaptığım şeyi yapmaya başladım,etrafta veya onun üzerinde ona ait olan bir şeye odaklanıp,o eşyanın hikayesini anlatmak kendime..Karşımda konuşuyordu, gereksiz konuşmalar, teselli çabaları,üzgün olduğunu hissettirmeye çalışıp vicdan azabından kurtulma yolları..Ama ben hikayenin ana karakterini arıyorum o sırada. Evet bulmuştum, hırkanın düğmesi..Hırkasının düğmelerinden birinin ipinin rengi diğerlerinden farklıydı..

Havanın rengi tam "pazar günü" rengiydi, ne sütlü kahve ne gri..daha uyanmamıştı,onu izledim, gözlerimi kapatıp,çıkardığı sesleri dinledim,çok rahatsız ediciydi ama güzeldi.Kalkıp,dün aylardır apartmanın giriş kapısından sökülmeyen paslı çiviye takılıp düşen hırkasının düğmesini diktim.Hırka koyu kahveydi ama evde uygun ip yoktu ben de pembeyle diktim..

Hikaye bitmişti ama o hala konuşuyordu,neyse daha anlatabilecek bir çok hikaye vardı nasıl olsa..

12.03.2010

denge(siz)

O gün güzel bi gündü.Yalnız kalmak,bu günün mutluluğunu sadece kendisiyle paylaşmak istedi.Evden çıkarken, çoğu insan gibi dışarıdaki havanın nasıl olduğunu anlamak için oturma odasına doğru gitti ve kafasını camdan çıkardı..Hava serinceydi, atkısını değiştirip, yeni aldığı kalın haki atkıyı kendini boğarcasına boynuna doladı ve nihayet evden çıkabildi. Soğuk suratına ufak çizikler atarak yanından geçiyordu sanki, ama bu his güzeldi.
Caddeye çıkınca aslında yalnız kalmak istemediğini fark edeceğinden emindi.Bir taraftan da kimseyle telefonda konuşmak istemiyordu, "sadece gelsin, karşımda otursun ve hiç konuşmayalım" diye geçirdi içinde.Arayamıyordu,numarasını hala silmemişti,arada sırada telefon rehberini açıp numaraya bakıp,arama tuşuna da basıp akabinde kapama tuşuna basıyordu,bunu genellikle yapar hale gelmişti.Onunla konuşmayı düşünmekten çok,konuşabileceğini düşünmek iyi geliyordu..Bunları düşünürken,sokakta ajandasını çıkardı ve o günün sayfasına şunları yazdı;
"Her şeyin aslında olabilme ihtimalini düşünmek insana iyi geliyor,önümüzdeki bir çok gerçeği bir tarafta yaşayıp, kabullenip; diğer taraftan da olmasını istediklerimizi düşünmek,dengeye mi getiriyor bizi..ya da tam tersine dengesizliğe mi..."

23.02.2010

Ritüel.

Ev fazla ısınmıyor,sabahları yorganı üstümden attığım anda tüylerim diken diken oluyor,hafif bir ürperti,ne giyeceğim sıkıntısı,telefonun alarmını zaman durumuna göre biraz erteleniyor..Alarmı kurmama rağmen ne giyeceğimi düşünmekten,o ek zamanda bile uykunun tadını çıkaramıyorum.Zar zor kalkıyorum,buzdolabından bir türlü nerden geldiğini anlayamadığım dıt dıt sesini susturmak için mutfağa doğru yol alıyorum,ayağıma terlik giymeyi unuttuğumu farkediyorum ve parmak uçlarımda yürüyorum.
Sabahlarımın özeti bu.Öğlenlerimin,akşamlarımın özeti...

22.02.2010

Özl...

nerdesin kimlesin, ne önemi var
ellerinle uğraşıp hala yara yapıyor musun
sokaklardan yuvarlanıyor musun
limon görünce, bira kapağı görünce gülüyor musun bilmiyorum.
gülmeni özl...

16.02.2010

aldım,bıraktım,aldım...

sıradan bir akşam..sıradan olmayan bir kaç düşünce..aklıma düştü birden, kısa bir hikaye..yılın ilk karı, sokakta duruyoruz, hiçbir şey yapmadan, karşı karşıya, üzerinde hiç unutmadığım onu ilk gördüğümde de üstünde olan siyah büyük adam paltosu, boynumuzda atkı, başımızda bere..kar yumuşak yumuşak aşağı iniyordu.Neler konuşulduğuna dair en ufak bir şey yok aklımda.Aklımda olan tek şey iki kişi ve benim kendime göre büyük dışarıdan bakıldığında küçük bir fanusun içinde bir sürü heyecan ve mutlulukla nefes alışım(ya da alamayışımı mı demeliyim bilmiyorum..keşke o akşam almasaydı o küçük kar tanelerini suratımdan, keşke bıraksaydı onları suratımda..Keşke keşke..
Bir yerde bıraktım bu keşkeleri yolun kenarına, devam ettim.sonra tekrar aldım onları,daha bırakamadım..